DünyaGüncel

ÇEVİRİ | Libya Barajı Felaketi, ABD/NATO Emperyalizminin Korkunç Sonuçlarını Gösteriyor

"Irak, Afganistan ve Libya’da düzenlediğimiz kabuslar basın tarafından küçümseniyor ya da görmezden geliniyor, faydalar ise abartılıyor ya da uyduruluyor."

Açıklama: Libya’da 10 Eylül’de yaşanan selde on binlerce insan yaşamını yitirdi. Selde en büyük felaket iki barajın yıkılmasıyla meydana geldi. Emperyalist-kapitalist sistemin dünyaya getirdiği ekolojik yıkımın çokça tartışıldığı şu süreçte, Libya’da yıkım bundan ibaret değil. Obama döneminde ABD emperyalizminin öncülüğünde 2011’de “terörle mücadele” adı altında Kaddafi yönetimindeki Libya’ya yönelik gerçekleştirilen saldırganlık savaşının sonuçlarını da Libya’daki son sel felaketindeki tabloda görmek mümkün. Konuya dair Chris Hedges*’in Common Dreams isimli internet sitesinde yer alan makalesini, hem tarihi hafızayı tazelemek hem de emperyalizmin Libya’da açtığı yarayı görmek açısından önemli gördüğümüz için kısaltarak yayımlıyoruz.

Hillary Clinton, Muammer Kaddafi yedi ay süren ABD ve NATO bombardımanının ardından 2011 yılında devrildiğinde ve süngüyle “oğlancılık” yapan bir çete tarafından öldürüldüğünde “Geldik, gördük, öldü” demişti. Ancak ölen tek kişi Kaddafi olmayacaktı. Bir zamanlar Afrika’nın en müreffeh ve en istikrarlı ülkelerinden biri olan Libya, ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetlerine, tüm vatandaşların ev sahibi olma hakkına, sübvanse edilen elektrik, su ve benzine, kıtadaki en düşük bebek ölüm oranına ve en yüksek ortalama yaşam süresine ve en yüksek okuryazarlık oranlarından birine sahip bir ülkeyken, hızla savaşan gruplara bölündü. Şu anda Libya’da kontrol için savaşan iki rakip rejim ve bir dizi haydut milis var.

Batı müdahalesini takip eden kaos ortamında ülkenin cephaneliğindeki silahlar karaborsaya düştü ve birçoğu İslam Devleti (DAİŞ -ÇN)gibi gruplar tarafından ele geçirildi. Sivil toplum işlevini yitirdi. Gazeteciler Nijerya, Senegal ve Eritre’den gelen göçmenlerin dövüldüğünü ve tarlalarda ya da inşaatlarda çalıştırılmak üzere köle olarak satıldığını gösteren görüntüler yakaladı. Elektrik şebekeleri, akiferler, petrol sahaları ve barajlar da dahil olmak üzere Libya’nın altyapısı bakıma muhtaç hale geldi. Ve Daniel Fırtınası’nın sağanak yağmurları – iklim krizi sanayileşmiş dünyanın Afrika’ya bir başka hediyesidir – iki köhne barajı taşırdığında, 20 fit yüksekliğindeki su duvarları Derna ve Bingazi limanını sular altında bıraktı ve Derna Belediye Başkanı Abdulmenam Al-Gaiti’ye göre 20.000 kadar ölü ve yaklaşık 10.000 kayıp bıraktı.

Libya: 2011 NATO saldırısı öncesi ve sonrası

R2P (Koruma Sorumluluğu) doktrini çerçevesinde insan hakları adına gerçekleştirilen Batılı rejim değişikliği, Irak’ı olduğu gibi Libya’yı da birleşik ve istikrarlı bir ulus olarak yok etti. Sel kurbanları, afet yardımını ortadan kaldıran “insani müdahalemiz” sonucunda Libya’da ölen on binlerce kişinin bir parçasıdır. Libya’nın uzun süreli acılarının sorumluluğunu taşıyoruz. Ancak bir kez zulme uğrayanları kurtarmak adına bir ülkeye zarar verdiğimizde -zulme uğrayıp uğramadıklarına bakmaksızın- onların varlığını unuturuz.

Irak ve Afganistan gibi Libya da Barack Obama, Hillary Clinton, Ben Rhodes, Samantha Power ve Susan Rice gibi insani müdahale yanlılarının kendilerini kandırmalarının kurbanı oldu. Obama yönetimi, ABD’nin isteklerini yerine getireceğine inandıkları isyancı bir gücü silahlandırdı ve destekledi. Obama kısa bir süre önce yaptığı bir paylaşımda insanları Libya halkının acılarını hafifletmek için yardım kuruluşlarını desteklemeye çağırdı ve bu çağrı sosyal medyada anlaşılabilir bir tepkiye yol açtı.

Libya’da son 12 yılda yaşanan şiddet olaylarından doğrudan ve dolaylı olarak kaynaklanan can kayıplarının resmi bir dökümü bulunmamaktadır. NATO’nun 2011 yılında ülkeyi yedi ay boyunca bombalaması sonucunda meydana gelen can kayıplarını araştırmamış olması bu durumu daha da kötüleştirmektedir. Ancak ölen ve yaralananların toplam sayısı muhtemelen on binlerle ifade edilmektedir. Action on Armed Violence 2011’den 2020’ye kadar “Libya’da patlayıcı şiddetinden kaynaklanan 8.518 ölüm ve yaralanma” kaydetmiştir; bunların 6.027’si sivil kayıplardır.

2020 yılında yedi BM kuruluşu tarafından yayınlanan bir bildiride “Dokuz yıl önce çatışmaların başlamasından bu yana 400.000’e yakın Libyalı yerinden edildi – bunların yaklaşık yarısı geçtiğimiz yıl içinde, [Mareşal Halife Belkasım Hafter’in güçleri tarafından] başkent Trablus’a yapılan saldırının başlamasından bu yana” denildi.

Dünya Bankası’nın bu yılın Nisan ayında yayınladığı rapora göre “Libya ekonomisi [iç savaş], COVID-19 salgını ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle hırpalandı.” “Ülkenin kırılganlığı geniş kapsamlı ekonomik ve sosyal etkilere yol açıyor. Kişi başına düşen GSYH 2011 ile 2020 yılları arasında yüzde 50 oranında azaldı, oysa ekonomi çatışma öncesi trendini takip etseydi yüzde 68 oranında artabilirdi.” “Bu da Libya’nın kişi başına düşen gelirinin çatışma olmasaydı yüzde 118 daha yüksek olabileceğini gösteriyor. Petrol üretimindeki çatışmaya bağlı kesintiler nedeniyle 2022’deki ekonomik büyüme düşük ve değişken kaldı.”

Uluslararası Af Örgütü’nün 2022 Libya raporu da acımasız bir okuma sunuyor. “Milisler, silahlı gruplar ve güvenlik güçleri binlerce kişiyi keyfi olarak gözaltına almaya devam etti” deniyor. “Çok sayıda protestocu, avukat, gazeteci, eleştirmen ve aktivist toplandı ve işkence ve diğer kötü muamelelere, zorla kaybetmelere ve kamera karşısında zorla ‘itiraflara’ maruz bırakıldı.” Af Örgütü, milislerin cezasızlıkla hareket ettiği, adam kaçırma ve cinsel şiddet de dahil olmak üzere insan hakları ihlallerinin yaygın olduğu bir ülke tanımlıyor. Af Örgütü, “AB destekli Libya sahil güvenlik güçleri ve İstikrar Destek Otoritesi milisleri binlerce mülteci ve göçmeni denizde yakaladı ve zorla Libya’da alıkoymak üzere geri gönderdi. Gözaltına alınan göçmen ve mülteciler işkenceye, yasadışı öldürmelere, cinsel şiddete ve zorla çalıştırmaya maruz kaldılar.”

Libya’daki gerçek “suçlar” bunlardı. Ancak gerçek suçlar her zaman gizli kalır, demokrasi ve insan hakları hakkındaki süslü söylemlerle örtbas edilir.

Kölelik üzerine inşa edilen Amerikan deneyi, Amerikan yerlilerine karşı soykırım kampanyasıyla başladı ve bu kampanya Filipinler’e ve daha sonra Vietnam gibi ülkelere ihraç edildi. Dünya Savaşı hakkında kendimize anlattığımız hikayeler, büyük ölçüde dünyanın dört bir yanına müdahale etme hakkımızı haklı çıkarmak için, bir yalandan ibarettir. Biz Normandiya’ya çıkmadan çok önce Alman ordusunu yok eden Sovyetler Birliği’ydi. Almanya ve Japonya’daki şehirleri bombalayarak yüz binlerce sivili öldürdük. Amcalarımdan birinin savaştığı Güney Pasifik’teki savaş, kuduz ırkçılık, sakatlama, işkence ve esirlerin rutin infazıyla karakterize edilen vahşi bir savaştı. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları korkunç savaş suçlarıydı. ABD, Şili, İran ve Guatemala’da olduğu gibi ABD ve Avrupa şirketlerini kamulaştıran demokrasileri rutin olarak yok etmekte ve yerlerine baskıcı askeri rejimler getirmektedir. Washington Guatemala ve Doğu Timor’daki soykırımları desteklemiştir. Önleyici savaş suçunu benimsemiştir. Tarihimizde eşsiz Amerikan erdemleri iddiasını haklı çıkaracak çok az şey vardır.

Irak, Afganistan ve Libya’da düzenlediğimiz kabuslar basın tarafından küçümseniyor ya da görmezden geliniyor, faydalar ise abartılıyor ya da uyduruluyor. Ve ABD Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımadığı için hiçbir Amerikalı liderin işlediği suçlardan dolayı sorumlu tutulma şansı yok.

İnsan hakları savunucuları emperyal projenin hayati bir dişlisi haline gelmiştir. ABD gücünün yayılmasının iyilik için bir güç olduğunu savunuyorlar.

İnsani müdahale inancı seçicidir. “Değerli” kurbanlara şefkat eli uzatılırken “değersiz” kurbanlar görmezden gelinir. Askeri müdahale Iraklılar, Afganlar ya da Libyalılar için iyidir ama Filistinliler ya da Yeminliler için değildir. Küba, Venezüella ve İran söz konusu olduğunda insan hakları sözde kutsaldır, ancak açık deniz ceza kolonilerimizde, Gazze’deki dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde veya insansız hava araçlarının istila ettiği savaş bölgelerimizde konu dışıdır. Muhaliflere ve gazetecilere yapılan zulüm Çin ya da Rusya’da suçtur ama hedef Julian Assange ve Edward Snowden olduğunda suç değildir.

Ütopik toplum mühendisliği her zaman felaket getirir. Ütopyacıların koruduklarını iddia ettikleri kişilerin acılarını arttıran güç boşlukları yaratır. “Liberal Sınıfın Ölümü” başlıklı yazımda anlattığım üzere, liberal sınıfın ahlaki iflası tamamlanmıştır. Liberaller sözde değerlerini İmparatorluğa feda etmişlerdir. Yaptıkları katliamın sorumluluğunu üstlenmekten aciz bir şekilde, dünyayı kurtarmak için daha fazla yıkım ve ölüm için yaygara koparıyorlar.

Chris Hedges

* Pulitzer ödüllü bir gazeteci olan Chris Hedges, on beş yıl boyunca The New York Times gazetesinin dış haberler muhabirliğini yapmış, gazetenin Ortadoğu Büro Şefi ve Balkan Büro Şefi olarak görev yapmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu