GüncelMakaleler

MAKALE | “Emperyalist cehennemden Bolşevik mücadele ve devrim dışında kurtuluş yoktur!”

"Emperyalist savaştan ve bunu kaçınılmaz şekilde yaratan emperyalist barıştan, emperyalist dünyadan bu cehennemden Bolşevik mücadele ve Bolşevik devrim dışında kurtuluş yoktur.”

Dünya üzerinde devletlerarası, devletlerin kendi içinde pek çok olay yaşanır ve bunların sonucunda da belli bir “durum” ortaya çıkar. Kapitalist – Emperyalist sistem içerisinde yaşanan olaylar ve ortaya çıkan durumlar bölgesel olarak kalmaz. Emperyalist ülkelerin çıkarları da sürecin içerisine girdiğinde – kaldı ki emperyalist ülkeler yaşanan bu olayların çoğunda olayların başından itibaren içindedir, başından itibaren olmadıklarının çoğuna da sonradan katılırlar – neredeyse hiçbir şey ile ilgili “bölgesel” tespiti yapılamaz.

Yeni Zelanda’da iki caminin basılıp onlarca kişinin katledilmesi de ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi ve benzeri olayların tümü siyasi, ekonomik, askeri, kültürel vb. şekilde dünyanın her tarafında etkili oluyor.

Tarih tekerrür etmez. Ancak “neredeyse tekerrür ettiğini” düşündürecek olay ve olgular hayat bulabilir. Kapitalist – Emperyalist düzenin “özü” bu durumu yaratır.

Hem coğrafi arazi (teritoryal) olarak hem iktisadi olarak paylaşım – yeniden paylaşım üzerinde duran emperyalizm “neredeyse tarihin tekerrür ettiği” düşüncesini yaratır. Aşağıda bu “düşünce kayması”nı yaratabilecek iki tarihsel olguyu ve günümüzdeki iki olay/olguyu yan yana getireceğiz. Tarih tekerrür etmese bile tarihsel olay ve olgularla “günde” yaşananlar arasında benzerlikler olabileceği unutulmamalıdır.

Hele de kapitalist-emperyalist sistemin var oluş biçiminin buna müsaitliği göz önünde bulundurulduğunda benzerlikler daha çok dikkat çekiyor. Ele alacağımız tarihsel olgulardan bir tanesi Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında anlaşma gereği yapılan Berlin-İstanbul-Bağdat demiryolu hattı. Diğer olgu-olay ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasındaki gümrük savaşı.

Her iki durum da 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi gerçekleşen olay/olgulardır ve her ikisindeki taraflar da paylaşım savaşında yer alan ülkelerdir. Bu olguların karşısına koyacağımız denklik değilse bile bir ilişki bir benzerlik kuracağımız olgulardan ilki Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi diğer olgu/olay ise ABD’nin Çin ürünlerine getirdiği gümrük kısıtlamaları ve en son olarak Huawei olayında olduğu gibi “mal alma” yasağı girişimleri.

ABD’de Trump “Amerika’yı yeniden büyük yapma” sloganı ile başkan olduktan sonra ABD daha önceki pek çok “pratik politik” çizgisini değiştirdi (tersi durum yani pratik politik çizgi değişeceği için Trump’ın seçimleri kazandığı tespiti daha geçerli bir olgudur). Değişen çizgide “yumuşama” değil sertlik denilen “saldırganlık” ön plana çıktı: İran ile yapılan “nükleer çalışmalar” anlaşmasından çekilmek, Nafta’yı iptal etmek, Rusya ile yapılan füze anlaşmasından çekilmek, Venezuela’ya müdahale etmek vb. vb. ve tam da bu dönemde açıklanan ABD strateji belgesinde Çin stratejik düşman olarak ilan edildi.

Yenilenen strateji doğrultusunda ABD dünyanın pek çok yerinde lokal olarak görünen ancak görünenin ötesinde stratejik bütünlük içinde  taktik hamleler geliştirdi. Polonya ile Patriot satış anlaşması yaptı, Baltık bölgesinde askeri gücünü artırıyor. Çin denizinde, Asya-Pasifikte donanma gücünü artırıyor, Ortadoğu’daki askeri güçlerine çeşitli takviyeler yapıyor, Latin Amerika ülkelerini kendi etrafında toplayıp Venezuela ve Küba’ya baskı kuruyor.

Kapitalizm eşitsiz gelişir. Her hangi bir ülke bir başka ülkeden daha önce kapitalist gelişim sürecine girdiği gibi aynı ülkedeki farklı bölgelerde hatta tek tek işletmeler, sanayi kolları da başka bölge, sanayi kolları ve işletmelerden daha hızlı bir gelişim seyri izlerler, kapitalist gelişim anlamında daha ileride olabilirler.

Kapitalizm eşitsiz geliştiği gibi sıçramalı da gelişir. Sıçramalı gelişimi sadece kapitalist gelişim sürecindeki ülkenin, bölgenin, sanayi kolunun, işletmenin bazı aşamaları hızlı geçmesi, aşama kat etmesi olarak değerlendirmek eksik olur. Sıçramalı gelişimi aynı zamanda geç olarak kapitalist gelişim sürecine girmiş ülke, bölge, sanayi kolları ve işletmelerin daha önce bu sürece girmiş gelişimi belli bir boyuta taşımış ülke, bölge, sanayi kolları ve işletmeleri geride bırakması olarak da değerlendirmek gerekir.

Bu durumla ilgili klasik örnek Almanya’dır. Kapitalist gelişim sürecine sonradan giren Almanya İngiltere’yi geride bırakmış, İngiltere, Fransa, İspanya vb. ile sömürge potasından pay alma/pay kapma yarışına girmiştir. Ve bu süreç hem I. hem II. Emperyalist paylaşım savaşı sürecini getirmiştir.

Mao’nun ölümünden sonra revizyonistlerin gerçekleştirdiği kapitalist restorasyon süreci ile birlikte Çin bugün emperyalist haydutluk mücadelesinde başrolü almaya çalışıyor.

Bilim ve teknoloji alanındaki yatırımları ve gelişimi mali sermaye gelişiminde aldığı yol, ağır sanayi ve diğer sanayi dallarında geldiği seviye, sermaye ihracındaki düzeyi, tekelleşme aşamasında kat ettiği yol, askeri teknik ve teknolojideki gelişimi Çin’i rakipleri açısından korkulacak duruma getirdi. Taklit, ucuz ürünler imalatçısı olarak düşünülen (bir dönem öyleydi, şimdide kısmen) Çin kendi uzay projesini geliştiriyor, hiç gidilmeyen ayın karanlık yüzeyine inen araçlar operasyonunu başarıyla tamamlıyor, kendi savaş uçağını, kendi nükleer denizaltısını, uçak gemisini vb. yapıyor. Yapay zeka insansı robotlar alanında, haberleşme teknolojilerinde vb. dünya liderliğine oynuyor. Huawei olayı bunun somut bir örneği ve kanıtıdır.

Sanayi, üretim yapabilmek için hammaddeye ihtiyaç duyar. Ülkede bulunmayan hammaddelerin (ve elbette ülke içinde bulunanların da –ama bu konumuz dışı) ülkeye en ucuz ve en kısa yolla gelmesi istenir. Üretilen metanın da en kısa ve en ucuz yolla alıcıya ulaşması talep edilir. Ve metaların “olabildiğince fazla” pazara ulaşması sağlanmaya çalışılır. Bütün bunların yapılmasındaki amaç “kâr”, daha fazla kârdır. Bu “yol” ile gerçekleşir: karayolu, su yolu, havayolu, demiryolu. Yollar aracılığıyla ekonomik çıkar, kazanç elde etmenin yanında, politik ve askeri çıkar ve kazançta elde edilir. Yol fetih için araçtır.

Tarihsel olarak ele alacağımız ilk olgu Bağdat Demir Yolu Projesi’dir. “Almanya, ‘Üç B’- Berlin-Bizans(İstanbul)-Bağdat” adıyla anılan büyük bir demir yolu hattı inşa etmeyi planlıyordu. Bu demiryolu projesi diyor Lenin Bağdat hattından söz ederken, Bağdat demir yolu Almanya’nın Küçük Asya ve Mezopotamya’da yerleşmesini sağlayacak ve Alman emperyalizmine İngiltere’nin bu ülkedeki egemenliğini tehlikeye atacak olan Hindistan ve Mısır’da ekonomik nüfus sahibi olması için yolu açacaktı.

Emperyalist savaş ve sonuçlarının engellediği, bu Alman demir yolu inşasına karşı iki büyük inşa planı vardı: Biri İngiliz projesi olan ‘Üç K’: Kapstad (Güney Afrika)-Kahire (Mısır)- Kalküta (Hindistan) ve Rus projesi ‘iki P’: Petersburg-Pers (İran ya da Basra) Körfezi.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt 5, dipnot 10).

Bu örnekte Alman Emperyalizminin hammaddelere el koyma, hammaddelere en kısa yoldan ulaşma, yeni pazarlar elde etme, bunun için başka bir emperyalistin sömürgelerine göz dikme/ele geçirme çabası açık bir şekilde görülüyor. Aynı zamanda yapılacak tren yolu ve yolla ilgili inşaat faaliyeti için gerçekleştirilen sermaye ihracı da kendisini gösteriyor. Alman emperyalizmi paylaşılmış olanın yeniden paylaşılmasını talep ediyordu. Fethedilecek yerler arıyor, fetih projesi/planını hayata geçirmeye çalışıyordu. Alman emperyalizmi, rakipleri İngiliz emperyalizmi ve Çarlığında boş durmayıp başka projeler gerçekleştirerek düşmanlarına karşı önlemler almaya çalıştıkları görülüyor.

Berlin-Bağdat demir yolu projesine “benzerliklerine” dikkat çekeceğimiz proje Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi. İkinci kuşak ve Yol uluslararası işbirliği formunda konuşan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping “150 ülke ve uluslararası kuruluş ile imzaların atıldığını belirtti.” (21.04.2019, Cumhuriyet) bu proje 65 ülkeyi kapsayan kara, deniz ve demir yollarından oluşuyor: Pekin – Moskova – Duisburg – Rotterdam – Venedik demiryolu, Hongshou – Urumçi – Semerkant – Tahran – İstanbul – Moskova – Duisburg karayolları (demiryolu hatlarıyla birleşen bir yapıya sahip), Gwadar – Kaşkar karayolu, Zhanjong – Hanoi – Kuala Lumpur – Kalküta – Mombassa – Cibuti Atina – Venedik denizyolu. Bu hatlar ana hatların bir kısmı, bunlarla beraber pek çok alt hat bu projenin içerisinde yer alıyor.

Çin’de başlayıp Avrupa’nın merkezine kadar uzanan, “150 ülke ve uluslararası kuruluş”u kapsayan bu proje sanayi/üretimde “dünyanın motoru” olarak tanımlanan Çin’in “meta” ihracının en gelişmiş yollarını döşüyor.  Örümcek ağı misali dallanan budaklanan kolları ile hammaddeleri kaynaklarından alıp Çin’e taşıyıp üretimi daha fazla merkezileştirip daha fazla yoğunlaşmasını üst boyutlara taşınması sağlanmaya çalışılıyor bu proje ile. Bu projenin 1 trilyon USD ile 3 trilyon USD arası büyüklüğe sahip olduğu belirtiliyor.

Çin’in sermaye ihracının gelişimine büyük katkı sağlayan projeye dahil olan ülkelerin çoğu, proje içinde yer alan alt yapı inşası için gerekli finansmanı karşılayacak krediyi Çin bankalarından alıyor. Tabiki inşaatları Çinli firmaların yapması koşuluyla. Geri ödeme yapılamazsa yeni borçlar alınıyor, böylelikle bağımlılık zincirinin sıkılaştırılması kaçınılmazlaşıyor. Bir başka yöntem olarak da yapılan inşaatlar etrafındaki bazı bölgelerle birlikte yüzyıllara varan sürelerde kiralanıyor. Pakistan’ın Gwadar Limanı böyle bir süreçten sonra Çin’e kiralandı. Çin Gwadar Limanı ve çevresini kendi askeri üssü haline getirdi. Ve Çin böylelikle fetih hamlesini bir sonuca bağlıyor. Böylece projenin ekonomik–politik–askeri yönü iç içe geçerek yol alıyor.

Değinmek istediğimiz ikinci örnek; Avustur-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasındaki gümrük savaşlarına dair olandır.

Tarihsel olay/olguları “masal” gibi anlatan, gerçeklikler yerine yüzeyi-görüneni, görüneninde sadece bir parçasını, tüm bağlantılarından kopartarak anlatan egemen tarih anlayışında I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sebebi olarak “bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan Veliaht Prensini öldürmesi” olarak gerekçelendirir. Bundan dolayı örnek bira daha ön plana çıkıyor. “Gümrük savaşı, kapitalist ülkeler arasında patlak verecek savaşın tehlikeli bir işaretidir. Avusturya-Macaristan ile Sırbıstan arasındaki  gümrük savaşı 1906 yılının ilk yarısında başlamıştı. Savaşın resmi bahanesi Avusturya-Macaristan’ın resmi çıkarlarını etkileyen Sırp-Bulgar anlaşmasıydı, Avusturya bunu protesto ederek sınırlarını Sırbistan’dan gelen mallara kapadı; bu ise Avusturya-Macaristan’a hayvan ihraç eden Sırp ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına çok dokundu. 1906 yılının ikinci yarısında savaş yeniden canlandı. Avusturya-Macaristan, Sırp pazarının kendi savaş sanayi için açılmasını talep ediyordu. Sırbistan Fransa’dan silah alıyordu ve bu ülkeye karşı bir dizi yükümlülüğü vardı. Fransız burjuvazisi kendisi için, savaş sanayisi için Pazar tekeli talep ediyordu ve Avusturya-Macaristan ile ticaret ilişkilerinin kopması ülkeye açıkça zarar vermesine rağmen, Sırp hükümeti buna boyun eğmek zorunda kaldı. Hatta Avusturya-Macaristan hükümetinin temsilcileri basına, Sırp hayvanları için sınırın ancak Sırplar, Avusturya-Macaristan’dan silah aldığı koşullarda açılacağını açıklamışlardı.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt 5, Dipnot 12).

Trump seçildikten sonra ABD’nin yaptığı ilk işlerden biri çeşitli ürünler için gümrük vergilerini yükseltmek oldu. Ağır sanayi için gerekli en önemli ürünlerden biri olan çelik, gümrük vergileri yükseltilen ilk ürün oldu. Bu hamle “kendi ülkesindeki” üretimi artırmak, kendi şirketlerini korumak, kendi iç pazarına hakim olmak ve rakiplere zarar vermek amacıyla yapıldı. Tüm bunlarla beraber bir yan etki olarak ülke ekonomisindeki durgunluk ve bunun yarattığı işsizlik açığa çıktı. Ancak tabii ki öncelik “tekellerin çıkarı”.

Sonraki süreçte gümrük vergilerini artırma hamleleri Çin ve Çinli şirketleri hedef alan bir seyir izledi. Çin’de bu uygulamalara aynı tür uygulamalarla cevap verdi. İMF bu uygulamaların hiçte iyiye işaret olmadığına, gümrük savaşlarının sonucunun felaket olabileceğine dair açıklamalar yaptı.

Kimilerince serbest Pazar ekonomisinin lideri olarak kabul edilen ABD, “işin gerçeğini” yani pazarın hiçte serbest olmadığını gösterdi. ABD bugünlerde de 5G teknolojisinde dünya liderliğini ele geçiren ve pazarda “tek” olma yönünde büyük adımlar atan Huawei şirketinin ABD’li şirketlere “mal” satmasını kısıtlamaya çalışıyor, İngiltere’ye de 5G altyapısının Huawei’ye yaptırılmasını engelleme çağrısında bulunuyor.

Huawei şirketinin son günlerde gündeme gelmesinin bir diğer nedeni de; akıllı cep telefonu satışlarında ABD’li Iphone’nu geride bırakıp dünya akıllı telefon pazarında ikinciliğe yerleşmesi. Serbest rekabet, özgürlük, tekellerin çok ulusluluğu ABD’nin bu hamleleri ile bir anda çöpe atılmış argümanlar oldular. Rekabetin hiçte serbest olmadığı gümrük tarifeleri ile bir anda ortaya çıktı.

Özgürlüğün ise “güçlünün” özgürlüğü ve diğerlerine istediğini yaptırma gerçekliği olduğu bir kez daha kanıtlandı. Tekellerin çok uluslu olduğu şirketlerin arkasında ulusal bir devletin olmasının eskide kaldığını savunanlar, ABD’nin kendi toprakları merkezli şirketleri “koruma” hamlelerini açıklayamıyor/anlamlandıramıyor.

Emperyalistlerin yağma, talan, sömürü çarklarının nasıl işlediği hem tarihsel olarak verdiğimiz örneklerimizde hem de güncel örneklerimizde net olarak görünüyor. Her iki örnekte de sorunun özü “pazar”dır. Geriden gelen ve paylaşım sürecinde geç kalmış olan, kapitalist-emperyalist ülkelerin dünyanın sömürülmesi sürecinde kime ne kadar hissenin düştüğünün yeniden belirlenmesi, yeniden paylaşılması için harcadıkları çaba ve kendi pazarlarını diğer emperyalist – kapitalistlere karşı korumak için neler yapabileceklerinin, fetih politikalarının tarihsel ifadeleri ile günümüzden ön plana çıkardığımız olgular arası benzerlik şaşırtıcıdır.

Amacımız tarihin tekerrür ettiğini söylemek değil. Ancak kapitalist – emperyalist sistemin özünün “tarihin neredeyse tekerrür ettiği”ni düşündürecek olay ve olguların yaşanmasına neden olduğunu vurgulamak emperyalist hegemonya yarışı bu durumu bu gerçekliği yaratıyor. Kapitalist emperyalistler arasındaki “barışçıl” durum geçici ve talidir. Savaşlar arasındaki nefeslenme molalarıdır.

Bu ülkeler arasında ortaya çıkan ve gelişen çelişki ancak “zor” ile çözülür bu da savaş anlamına gelir. I. ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşları tarihte bu “çözüm/çözülme” süreçlerinin sınır taşlarıdır. Bugün karşılıklı olarak nükleer silahlara sahip olan kapitalist emperyalist saldırganlar arasında nükleer silahlar dizginleyici bir etki yaratıyor. Ancak bu çelişkinin büyüklüğü ile doğru orantılı bir durum arz ediyor. Çıkarların tehlikeye girmesinin boyutu arttıkça nükleer silah kullanma durumu da o oranda artar/artıyor.

Yakın gelecekte konvansiyonel olarak bir Çin-Amerikan savaşı olası görünmüyor. Ancak emperyalist kapitalist ülkeler birbirlerini “zayıf düşürecek”, zora sokacak her türlü çatışmalı süreci dünyanın birçok yerinde uygulayabilirler/uyguluyorlar. Bu durumu anlamak için dünya üzerinde gerçekleşen çatışmalar ve bu çatışmaların yaşandığı bölgelere bakmak iyi olur.

Çin’de Uygur özerk bölgesi her zaman; doğrudan, silahlı çatışmalar yaşanmasa da çatışmalı bir bölge olmuştur. Son dönemlerde Çin devletinin bu bölgedeki insanlara işkence yaptığı; bölge insanlarını kamplara topladığı yönlü haberler ve başta Türkiye devleti olmak üzere pek çok devletin kınama açıklamaları medyada yer alıyor. İran’dan Pakistan’ın Gwadar Limanı’na gelecek petrol buradan Kaşkar’a ulaşacak Hindistan ve Pakistan Bir Kuşak Bir Yol projesinde  yer alan ve Şangay İşbirliği Örgütü’nde bulunan ülkeler.

Bu iki ülke Keşmir nedeniyle savaşın eşiğine geldi ve IŞİD Keşmir’i eyaleti ilan etti. Hindistan ayrıca S400 almak isteyen ülkelerden. Venezuela devlet petrol şirketinin %49’u Çin’e ait. Afrika’da Çin ve Rusya’nın ilişki içinde bulunduğu ülkelerde peş peşe darbe ve darbe girişimleri oluyor. ABD’nin İran’a müdahale etme tehdidinin bir ayağını da İran – Çin ilişkileri oluşturuyor. Çin petrol ihtiyacının belli bir kısmını İran’dan karşılıyor.

Emperyalistler arası her savaş nihayetinde proletaryayı ve yoksul emekçi halkı doğrudan etkiler, savaşın hem askeri yönü hem ekonomik yönü yoksul emekçi halkın omuzları üzerinde yükselir. Savaşan asker de savaşın getirdiği yoksunluk ve yoksulluğu çeken de emekçi halktır.

Hem savaş sırasında askeri malzeme ve savaşın ihtiyaç duyduğu diğer şeyleri üretip satan hem de savaş sonrası el konulan “ganimetlerden” ve yerlerden kâr elde eden de tekellerdir. Emperyalistler arası hegemonya ve fetih savaşları yoksul emekçi halkı ekonomik, ulusal, askeri vb. etkileyip, yoksunluk ve yoksulluk içinde hapsederken, politik bilincin gelişmesine ve devrimci durumun yükselmesine de neden olur.

1905 Rus-Japon savaşının hem Rusya’ya hem Çin’e etkileri, I. Emperyalist Paylaşım savaşımın Ekim Devrimine, II. Emperyalist Paylaşım Savaşının Çin devrimine etkileri bilinmektedir. Ancak devrimci durumun yükselmesi, sübjektif güçlerin etkinliğini-etkisini doğrudan getirmez. Objektif sürecin gelişmesi sübjektif güçlerin sürece hazırlıklı olması ve süreci örgütlemesi ile paralel gelişirse yeni ekimler gelir. Her devrimci durum devrim getirmez.

Lenin’in “Ekim devriminin 4. yıldönümü üzerine” yazısından bir alıntı ile konuya noktayı koyalım: “ve dünkü savaşın ve yaklaşmakta olan savaşın nedenleri üzerine kafa yoran milyonlarca insanın daha açık, daha belirgin, daha su götürmez bir şekilde şu acı gerçek ortaya çıkıyor: Emperyalist savaştan ve bunu kaçınılmaz şekilde yaratan emperyalist barıştan, emperyalist dünyadan bu cehennemden Bolşevik mücadele ve Bolşevik devrim dışında kurtuluş yoktur.”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu