GüncelMakaleler

GÜNDEM | Saflar çoktan seçildi! Kazananlar, direnen ve sokağa çıkanlar olacaktır!

"Açık ki Türk hâkim sınıflarının, işçi ve emekçilere, ezilenlere daha fazla sefalet ve zulüm anlamına gelene hayallerini suya düşürecek en etkili güç bugün Kürtler ve onlarla dayanışma içindeki devrimci, ilerici güçlerdir. Türk devleti, Kürt halkının iradesine yönelik kayyum gasbını süreklileştirmenin peşindedir"

Yerel seçimler, sandıkların kurulmasına henüz dört aylık bir zaman dilimi olmasına rağmen, gündemdeki yerini ve sıcaklığını şimdiden işgal etmiş durumda. Yerel seçim gündemi, vakit kaybetmeden hâkim sınıflar arasındaki çelişki ve hesaplaşmayı da su yüzüne vurdu. AKP ile MHP arasında bu ikili ile CHP ve İYİ Parti arasındaki çatışmada ivme her gün giderek yükselmektedir.

Gelinen aşamada herkes tarafından kabul edildiği üzere, söz konusu olan sadece yereli ilgilendiren bir seçim değildir. Kuşkusuz bu gerçek başka dönemlerde de böyleydi ancak bugünün de belirgin ayırt edici özellikleri olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. 24 Haziran hileli seçimleriyle ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’  başka bir deyişle ‘Başkanlık Rejimi’ni yasal bir zemin üzerinden uygulamaya sokan AKP iktidarı için 31 Mart seçimleri çok kritik bir önem taşmaktadır.

‘Başkanlık Rejimi’yle devleti yeniden yapılandırmada önemli bir mesafe kat eden egemen sınıflar, AKP-MHP gerici, faşist ittifakı eliyle bu süreci tamamlamanın derdindedir. 24 Haziran’da hile ve sahtekârlıkla kılıfına uydurularak sandıktan çıkartılan sonucun yeni sistemin meşruluğu ve toplumsal meşruiyetinin yaratılması açısından kâfi gelmediği açıktır.

Zira Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi/Başkanlıkla, re-organize edilen devlet gerçekliğine uygun bir toplumsal yapının inşa edilmesi gerekmektedir. Rızanın yeniden üretilmesi açısından bu son derece önemlidir. Merkezi iktidar mevcut durumda önemli bir kitle desteğine karşın yine de tahakkümünü, süreklileşmiş OHAL rejimi, baskı, şiddet gözaltı ve tutuklama ile sürdürmeye çalışmaktadır. Ne var ki bunun bugünkü ivme ve dozda sürdürülebilme şansı da düşüktür. Çünkü, söz konusu devlet zulmü aynı zamandaş giderek yoksullaşan geniş işçi ve emekçi yığınlarda büyük bir öfke ve tepkinin de birikmesine neden olmaktadır.

Yığınların yeni sisteme entegre edilmesi, başka bir deyişle yeni rejimin toplumsal yaşamdaki karşılığının üretilebilmesi ve toplumun kılcal damarlarına kök salabilmesi adına yereller stratejik bir değer taşımaktadır. R.T. Erdoğan/AKP’nin iktidara giden yolunun bahsini ettiğimiz yerlerden yani yerellerden başladığı ise herkesin malumudur.

Açık ki yerel seçimler, merkezi iktidarın, bir yandan kitle dayanağını diğer yandan sistemin işleyişi anlamında soluk borusunu aynı zamanda yürürlüğe soktuğu ve planladığı projeler içinde oyun sahasını ifade etmektedir. Yerellerde gücünü ve nüfuzunu kaybeden bir iktidarın coğrafyamız gerçekliğinde varlığını uzun süre sürdürmesi olanaklı olmamıştır. Şüphe yok ki, bu gerçeğin en fazla farkında olanda egemen sınıflardır.

R.T. Erdoğan/AKP’nin yerellere yönelik üst perdeden çıkışları ve söylemleri, parti teşkilatına yönelik müdahaleleri ve uyarılarını da bu kapsamda okumak yanlış olmayacaktır. (26 Kasım 2018. Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı) AKP ile gerici, ırkçı ve faşist bir çizgide ittifak kuran MHP’nin yerel seçim başlığında devletin bekası adına hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacaklarına yönelik sözleri de (Devlet Bahçeli. MHP sistemi korumak için her fedakârlığı yapar. 25 Kasım 2018) bu bağlamda son derece anlamlıdır!

 

Krizden çıkış değil krizin doğrudan sonuçları

Sistem, gerek ekonomik ve gerekse de siyasi olarak büyük bir krizin içinde debelenmektedir. Değişim ve adalet söylemiyle geniş kitlelerin bilincinde büyük bir manipülasyon yaratmayı başararak, politik kurnazlığı ve esnekliğiyle adım adım iktidara yürüyen AKP’nin, 15 Temmuz sonrası başvurduğu şiddet, zor ve OHAL siyaseti mevcut tıkanmışlığın da bir ifadesi anlamına gelmektedir.

Gelinen aşamada, ekonomik kriz, çeşitli pansuman yöntemleriyle şimdilik dinmiş gibi gözükse de gerçekte Dolar ve Euro’daki düşüş tamda büyük bir kriz içine girildiğinin, büyük bir ekonomik daralma gerçekliği ile yüz yüze kalındığını anlatmaktadır. Üretimin ithalata bağımlı olduğu ülkemizde ekonominin rekor düzeyde cari fazla vermesi, AKP’nin iddiasının aksine krizden çıkıldığı değil rekor düzeyde ekonomik daralma olduğu anlamına gelmektedir. AKP iktidarının çeşitli hamasi söylemlerle pompaladığı iyimserlik havasının aksine TL’deki nispi değerlenme ve faizdeki göreli gerilemenin temel nedeni krizin kendisidir.

Ekonominin neredeyse durma noktasına geldiği bir noktada üretim için gerekli döviz talebinin azalması söz konusu olmaktadır. AKP-MHP ittifakının yerel seçimlere yaklaşıldıkça ekonomik alanda ilerde çok daha yıkıcı ve ağır sonuçlar yaratacak adımları sandık hesabıyla atması şaşırtıcı olmayacaktır. Kuşkusuz yerel seçimlerle ortaya çıkacak tüm hassasiyetlere rağmen, işçi ve emekçi düşmanlığından da asla taviz verilmeyecektir.

Nitekim asgari ücret tartışmalarında ortaya konulan yaklaşımda bunu göstermektedir. Görünen o ki egemen sınıflar, işçi ve emekçileri yine açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm etmeye çalışmaktadır. TÜİK HİA(Hane Halkı İşgücü Araştırması) mikro verilerine göre (2017) asgari ücret ve asgari ücret altında ücret alanların sayısı, 1,8 milyonu asgari ücretin altında olmak üzere yaklaşık 8,5 milyondur. Asgari ücretin biraz üzerinde ücret alanlar ise bu rakama dâhil değildir. SGK verilerine göre ise (2017) asgari ücret ve asgari ücretin yüzde 10’u civarında ücret alanların toplamı 7,4 milyondur. Bu sayıya asgari ücretin altında ücret alan 1,8 milyon işçi ise eklenmemiştir.

Bunlarla birlikte asgari ücret altında ve asgari ücrete çok yakın ücret alanların sayısı 9,2 milyona ulaşmaktadır. TÜİK ve SGK verileri birlikte ele alındığında 9 milyon civarında işçinin asgari ücret altı ve asgari ücretin yüzde 10 üstü civarında ücret aldığı görünmektedir. Öte yandan asgari ücret sadece asgari ücret civarında ücret alanları değil ücretle çalışan herkesin ücretini yukarı çekmektedir. Bu nedenle asgari ücret sadece asgari ücret değildir. Asgari Ücret Tespit Komisyonu da yeni sisteme uyumlu hale getirilmiş ve 10 Temmuz 2018’de yayımlanan 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) ile İş Kanunu’ndan çıkartılarak Cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısı içine alınmıştır.

Diğer yandan 2018 başında 427 dolara karşılık gelen asgari ücret, bugünkü kura göre 303 dolara kadar gerilemiş durumdadır. Diğer bir ifadeyle ekonomik kriz nedeniyle asgari ücret 2018 yılı içinde yüzde 30 oranına erimiştir. Türk-İş tarafından yapılan bir araştırmaya göre ise, bugün dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.942,71 TL’dir. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 6.328,05 TL olmuş durumdadır.

 

İşçi kanıyla beslenen bir iktidar

Egemenler işçi ve emekçileri açlık ve yoksullukla terbiye etmekle de yetinmiyor. Yarattıkları ekonomik krizi kasalarını daha fazla şişirmek için bir fırsata dönüştürmenin hesabını yapıyor, işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarına göz dikiyor. Uzun bir süredir gündemde olan Kıdem tazminatına yönelik yeni adımlar da bunu gösteriyor. İlkin kıdem tazminatının kaldırılmasını gündemine alan AKP iktidarı şimdi taktik değiştirmiş görünmektedir. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan elde ettiği deneyimi sınıfın başka bir kazanımını gasp etmek için kullanma hedefindeki AKP iktidarı kıdem tazminatı fonu kurmak için hazırlık yapmaktadır.

“Fon” düzenlemesinin “Cumhurbaşkanlığının yıllık programı” içine konulması da buna işaret etmektedir. Sermaye ve onun sözcüsü AKP iktidarı, kıdem tazminatını, ‘İşçi maliyetini yükselttiği”, “İşten atmaları zorlaştırdığı” için “Ekonomik gelişmenin engeli” olarak görülmekte ve bu yüzden, Kıdem tazminatının tümden kaldırılmasını istemektedir. Ancak buna yönelik atacakları doğrudan bir adımının yaratacağı tepkiyi kestiremedikleri için de, kıdem tazminatı sisteminin bir biçimde “var olmaya” devam ettiği ama gerçekte tasfiye edildiği bir sistem bulmaya çalışmaktadırlar. Açık ki sermayenin böylesine gözümüzün içine bak a baka böylesine fütursuzca adımlar atması işçi sınıfının örgütsüzlüğünün bir sonucudur. Gelinen aşamada işçi sınıfı, işbirlikçi sarı sendikal anlayışların etkisi altındaki konfederasyonlar tarafından zapturapt altına alınmış durumdadır. Kıdem Tazminatı Fonuna yönelik Hak-İş’in, Fonun kurulmasına yönelik olumlu duruşu da bunun basit bir örneğidir.

Söz konusu sarı sendikal anlayışlar, OHAL’le birlikte yaşama geçirilen yasaklarla, sınıftan ve emekten yana güçlere yönelik gözaltı ve tutuklama furyasıyla oluşan korku iklimini patronlar lehine kullanmanın peşindedir. Ancak buna rağmen işçi sınıfının büyüyen öfkesi ve tepkisi sermayeyi korkutmaktadır. Gebze Kaymakamlığının Petrol-İş Sendikası’nda örgütlendikleri için işten atılan 134 işçinin fabrika önündeki direnişlerinin 197’nci gününde Flormar işçilerinin,  direniş alanında soba yakmasını, çadır kurmasını ve ses aracından müzik çalmasını yasaklaması da bunun küçük bir örneğidir. Benzer şekilde İstanbul Avcılar’da bulunan Gripin ilaç fabrikasında örgütlü olan Petrol-İş İstanbul 1 No’lu Şube ile patron arasında 11 Haziran 2018’den bu yana devam eden Toplu İş Sözleşme (TİS) görüşmelerinin tıkanması üzerine 28 Kasımda başlayan grevin ikinci gününde Valilik işçilerin fabrika önüne grev çadırı kurmasını yasaklamıştır.

Buna karşın coğrafyamızın dört bir yanından direniş sesleri yükselmektedir.

Ankara’nın Mamak ilçesinde bulunan Gülseren TOKİ konutları inşaatında çalışan inşaat işçileri, ücretlerinin 2 yıldır ödenmediği gerekçesiyle 22 Kasım’da şantiye önünde nöbet başlatmıştır. Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli’nin katıldığı Tarım Zirvesi’nde Avrupa ile Türkiye’yi kıyaslaması sırasında, salonda bulunan köylüler tepki göstererek bakanı protesto etmiştir. Adana’da saya işçilerinin ücretlerine zam yapılması talebiyle başlattıkları iş bırakma eylemi taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Türk hâkim sınıflarının, işçi ve emekçi, halk düşmanlığında sınır tanımadığı bir gerçektir. Egemenler, İş Sağlığı ve Güvenliği konusunda yaşama geçirdikleri uygulamalarla coğrafyamızı adeta bir iş cinayetleri/katliamları ülkesine çevirmiş durumdadır. Sadece Ekim ayında en az 177 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.  İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne dair hazırladığı rapora göre ise, 2013’ten bugüne en az 108 öğretmen iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.

AKP-MHP ittifakı, yaşanan iş cinayetlerinin üstünü örtmek içinde yayın yasağına başvurmaktadır. Kocaeli’nin Gebze ilçesinde, Kuzey Marmara Otoyolu kapsamında Cengiz-Limak-Kolin tarafından inşaatı devam eden viyadükte meydana gelen iş cinayetine neden olan ihmaller zinciri ve çalışma rejimini sorgulamak suç kapsamına alınmakta ve ekranlar ve gazeteler adeta ışık hızıyla karartılmaktadır.

AKP iktidarı açık ki yarattığı tablonun farkındadır. İşsizlik ve yoksulluk girdabına her gün daha fazla çekilen milyonlar, her türlü söz eylem ve örgütlenme özgürlüğü önündeki yasaklar, engeller OHAL’le zifiri bir karanlığa dönüştürülen coğrafyamızın ikliminde, AKP, gerçeğin gücünden, onun emekçi yığınlarda ateşlenmeye giderek daha fazla hazır hale getirdiği fitili ateşlemesinden korkmaktadır.

 

Birleşik mücadele kazandırır!

Yerel seçim gündemine paralel bir şekilde adeta ivme kazanan gözaltı ve tutuklama furyası, Rojava Devrimi’nin MGK toplantısıyla bir kez daha hedef tahtasına konulması da bu korkunun bir ürünüdür. AKP-MHP faşist ittifakının yerel seçim parantezinde, iktidarını korumak ve kurumsallaştırmak hedefine çomak sokan en güçlü dinamiğin yurtsever, devrimci ve ilerici güçler olduğu açıktır. Fitili ateşleme potansiyeline sahip söz konusu güçler aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçilerin, Kürt halkının, ezilen inanç ve mezheplerden, cins ve yönelimlerden emekçilerin en örgütlü gücü durumundadır.

Kürt düşmanlığı çizgisinde bir araya gelen AKP-MHP ittifakının Kürdistan’da kayyumlarla gasp ettikleri belediyelerin yeniden halkın eline geçmesinden duydukları korku, peş sıra yaşanan gözaltı ve tutuklama furyası, gerillaya yönelik askeri operasyonlar, sokağa çıkma yasakları ve 90’ların OHAL’ini aşa bir şekilde uygulanmak istenen ambargoda karşılık bulmaktadır. HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik AİHM kararı sonrasında Türk hâkim sınıflarının ortaya koyduğu tutumda bu ülkede hukukun, Kürtlerin inkârına yönelik bir enstrümandan başka bir şey olmadığını bir kez daha göstermiştir.

Açık ki Türk hâkim sınıflarının, işçi ve emekçilere, ezilenlere daha fazla sefalet ve zulüm anlamına gelene hayallerini suya düşürecek en etkili güç bugün Kürtler ve onlarla dayanışma içindeki devrimci, ilerici güçlerdir. Türk devleti, Kürt halkının iradesine yönelik kayyum gaspını süreklileştirmenin peşindedir. Gelinen aşamada, hâkim sınıflar ile ezilenler arasında süregelen hesaplaşma, saflaşma ve çatışmanın, en ileri mevzide burasıdır. AKP-MHP faşist ittifakı, Kürt ulusunun her türlü kazanımını yok etmek adına OHAL sopasıyla kayyumlara sarılmaktadır.

Böylece Kürdistan üzerinden tüm ezilenlere mesaj verilmek, diz çöktürülmek istenmektedir. Buna karşı güçlü bir duruş sergilemenin, etkili bir karşı koyuşu örgütlemenin yolu ise birleşik mücadeleden geçmektedir! Açık ki saflar çoktan seçilmiştir kazanan sokağa çıkanlar ve direnenler olacaktır!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu