GüncelMakalelerPusula

PUSULA | Bir kişi daha eksilmeyelim diye gerçeği kuracak hayallerimizin peşine!

"Hayalperest olduğumuzu iddia edenler unutmasınlar ki “hayaller gerçektir, gerçekten süzüldüğü için; hayaller gelecektir, geleceğin parçası olduğu için.” İşte tam da bu yüzden, kendi mikro iktidarlarımızdan başlayarak parça parça yıkacağız bu ağzından kan damlayan iktidarlar zincirini. Kendiliğinden olmayacak bu elbette"

Açlığın, yoksulluğun ve hatta susuzluğun dahi her geçen gün arttığı günümüzde; dünya günbegün yok olurken, gelecekten umutsuz bir şekilde günü kurtarmaya yönelik yaşadığımız bugünlerde ne yapacağız?

Defalarca kez üzerine yazılıp çizilen ancak her defasında (haklı ya da haksız) gerekçelerle üzerimize yıkılan umutlarımızı bir kez daha omuzlamak, çoğumuza zor gelmekte; bunun yerine sisteme kanalize olup anti-depresanlar, yeni moda inançlar, yeni moda bağımlılıklarla dünyanın geri kalanının sorunlarını çözmemeye-çözülemeyeceğine odaklanmaktayız. Biz daha kendi kişisel sorunlarımızı çözemezken dünyayı mı kurtaracağız? Ne kadar da hayalperestiz? Kısacık ömrümüzü buna adamak yerine keyif alarak yaşamak var oysa!

Gerçekten var mı yoksa olduğuna mı inanmak istiyoruz, orası ayrı… Hele bir de dünyayı değiştirmek adına mücadele edenler kendilerini güncellememişken, bizim birbirinden renkli, yegane kişiliklerimizi ve özelliklerimizi anlamazken nasıl bir araya geleceğiz ki zaten?

Dünyanın genel durumu her geçen gün sadece insanlar için değil insan dışındaki hayvanlar, mantarlar ve bitkiler için dahi cehenneme dönüşüyor. En fazla 30-40 yıl daha (belki diyelim 60-70 olsun) yaşayacağımız bu hayatı, cennet gibi yaşayalım ve bu dünyadan yiyip içebileceğimiz, orgazmın doruklarına ulaşıp arada küçük iyiliklerle vicdan mastürbasyonu yapabileceğimiz her şeyi tüketip öyle gidelim, değil mi? Değil, tabi ki! “Globalleşen dünya düzeni” yalanlarıyla bir bütün gelişmiş, gelişmekte olan, az gelişmiş, gelişmemiş bilmem ne diye adlandırılan bütün dünya ülkelerinin halklarına yutturulan hikaye, işin sonuna çoktan geldi.

Resmi rakamlara göre 2 milyarı aşkın kişi yoksulluk içinde yaşıyor, 821.6 milyon kişi de açlıkla mücadele ediyor. Nüfusun % 25’i içme suyuna dahi ulaşmakta ciddi sıkıntılar yaşıyor.

Dünyanın kaymağını bir avuç (yine resmi kayıtlarca 2.754 kişi) zengin ve onların aileleri yiyor. Şüphesiz bütün bunlar internetin hemen her yerde olduğu, iletişimin sınırsızca arttığı günümüzde birçoğumuzun bildiği, okuduğu şeyler. Ülkemiz ve içinde yaşadığımız Ortadoğu coğrafyası içinse durum her geçen gün daha da vahim bir hale geliyor.

Dünyada ve ülkemizde artan yoksulluk ve ekonomik kriz sebebiyle can pahasına kazanılmış binlerce demokratik hakkımız, en gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere kah gıdım kah hunharca gasp ediliyor. Kadınlar (daha doğru bir ifade ile vajina ile dünyaya gelenler) bu durumdan en kötü biçimiyle, erkeklerden (yine daha doğru bir ifade ile penisle dünyaya gelenler ve “normal erkek” görüntüsü ile hayata devam edenlerden) iki katı daha fazla etkilenirken çocukların ve yaşlıların (eğer yaş almaya vakitleri olursa bu köhnemiş düzen içinde) durumunu dile getirmek dahi çok zor. “Yeni dünya düzeni ile her yere refah ve barış getirecek muhteşem demokrasi düzeni” artık çöktü ve bu çöküntüden en çok bizler (kaymak tabakasını yiyemeyenler) zarar görüyoruz. 2008’den bu yana süren kriz ne ilk ne de son. Evet, evet bütün bunları zaten biliyoruz! Peki, ne gelir elimizden buna dur demekten başka?

Dur demek dediysek öyle etkisiz bir sessizlikle, kişisel bir öfkeyle dur demekten bahsetmiyoruz elbette! İnsanların yoksulluktan kendini yaktığı bu hayatı “bazıları zor koşullara direnemedi” diye mi değerlendireceğiz?

Sözde demokrasi düzeniyle dilinden, kültüründen, cinsel yaşamından, giyiminden, üretimden, umutlarından, parlayan gözlerinden ve düşlerinden kısacası kendisine has ne varsa ondan koparılan ve birbirine yabancılaşmış bencil, düşman kişiler ya da topluluklar olmayı kabul mü edeceğiz? Yoksa en temel hakkımız olan yaşam hakkı olmak üzere bütün asgari haklarımıza, bıçak daha fazla kemiğin içine oturmadan, canımız daha fazla yanmadan, özgür ve eşit bir gelecek hayallerimiz daha fazla çalınmadan; demokratik halk devrimi, komünal ve ekolojik hayat, yeni bir dünya için yeniden ayağa mı kalkacağız?

Kısacık ömürlerimizi dünyada tüketebileceğimiz ne varsa (daha doğrusu bize zenginlerin artıklarından ne kalıyorsa) tüketmek için mi harcayacağız? Yoksa yarın daha aydınlık olsun diye yeni umutlar mı ekeceğiz toprağa? Hem de öyle tohumları “hibrit” olmayan, bir kere boy verdimi kendinden binlerce yeni tohum ve umut yaratan tekil değil çoğul umutlar.

Şüphesiz kolay olmayan, birbiri içerisinde sürekli yeni iktidarlar yarattığımız ve başta kendimiz olmak üzere en güç savaşları mikro sistemlerimize karşı yürütmek zorunda olduğumuz bir mücadele bu.

Yoksulların ve işçi sınıfının içinde (tam anlamı ile) erkek ol(a)mayan, kadınların içinde “gerçek ve makul” bir kadın olmayan, LGBTİ+ toplumunun içinde normatif olmayan, faşist Türk devletinde Türk olmayan ya da bunun da makulünü olmayan, Müslüman bir çevrede Müslüman ya da makul Müslüman olmayan, aileyi ve bir arada yaşamayı alışılagelmiş şekilde algılamayan yani mücadele yürütenlerin içinde daha fazla mücadele etmek zorunda olan herkesin işi çok çok zor. Ancak drama yapmadan, acı çekiyor olmamıza rağmen mücadele ruhumuzu yitirmeden herkesin suya, yemeğe ve özgürlüğe (ama sözde değil gerçekten adil bir dünyada tam hak eşitliği ilkesi ile) ulaşabildiği yarınlar yaratmak ellerimizde. İnsan dışındaki hayvanlara, mantarlara, bitkilere kısacası gezegene de zulmedilmediği bir yarını yaratmak ellerimizde.

Bunu denemeye zamanımız var. Madem kısacık ömürlerimiz var, bu ömürleri neye adayacağımızı çok iyi seçmek zorundayız. Mücadele etmemeye bahane çok. Geçerli ya da geçersiz binlerce bahane! Ama hiçbir bahane irademizden, halkın savaşını kendimizden başlayarak güçlendirmek fikrinden ve bizi mahkum etmeye çalıştıkları umutsuzluğa rağmen umudumuzdan daha güçlü olamaz!

Her defasında “kaybettik işte” demektense bugün birbirimizin ve tabi ki önce kendimizin umutlarını diri tutmak ve emperyalist-kapitalist dünya düzenini temellerinden sarsacak bu savaşa karşı bir araya gelerek mücadeleyi büyütmek zorundayız.

Hele de bize karşı kurdukları “muhteşem” emperyalist işbirliklerinde korkularını “Havada çok fazla bulut olduğunda fırtınanın çıkması için gereken tek şey bir yıldırımdır (IMF Başkanı-2019)” cümleleriyle dile getirirken, en büyük kalemşörleri (2008 krizi itibariyle en büyük ekonomistlerin “Acaba Marks haklı mıydı?” tartışmaları yürütmesi ve Fukuyama’nın “itirafları”) dahi sistemlerinin çöktüğünü dile getirirken bu cüretin tam da sırası.

Hayalperest olduğumuzu iddia edenler unutmasınlar ki “hayaller gerçektir, gerçekten süzüldüğü için; hayaller gelecektir, geleceğin parçası olduğu için.” İşte tam da bu yüzden, kendi mikro iktidarlarımızdan başlayarak parça parça yıkacağız bu ağzından kan damlayan iktidarlar zincirini. Kendiliğinden olmayacak bu elbette.

Bugün irade koyup, çevremizdeki umutsuzluğa ve içimizde büyütülmeye çalışılan kokuşmuş hayalsizliğe karşı halkın savaşını büyütmek için yapacağız bunu.

Daha fazla insan yoksulluktan kendisini yakmasın diye, daha fazla çocuk açlıktan ve susuzluktan ölmesin diye, sırf cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliğinden kaynaklı kalıplara sıkışmış yaşamak zorunda olan (yaşayabilirse) daha fazla insan olmasın diye, artık bir kişi daha yarından umudunu kesip aramızdan yitip gitmesin diye yapacağız bunu. Kimse kalmadığında tek devam etmek pahasına ama her defasında çoklaşmak ve yeniden örgütlenip yarını kurmak için…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu